Anadolu’yu Şiir Süzgecinden Geçirmek
Cahit Külebi’nin önce şiirini sonra kendisini tanıdım. Türk Dil Kurumu toplantılarına gittiğimde, baş başa konuşurduk, İstanbul ziyaretleri de buluşma fırsatıydı. Şiiri ve kendi üzerine en uzun konuşmayı da Ankara’da Kral Çiftliği Lokantası’naki öğle yemeğinde yapmıştık. Anadolu alçak gönüllüğünün yanı sıra ince bir mizahı da vardı.
Külebi üzerine yazdıklarım üzerinden yıllar geçmiş, yargılarım değişmemiş.
Her şairin belleklerde kalan şiirleri vardır, adları anıldığında şiirseverlerden çoğu ondan birkaç dize okurlar.
Türk şiiri antolojisine mutlaka ikisi alınmalıdır.
“Tokat’a Doğru”, “Ceyhun Atuf Kansu İçin Köylü Biçeminde Ağıt”
Folkloru kullanmak bir şair için en zor sınavdır. Birden taklidin ağına düşersiniz. Başardığınızda da ondan modern bir şiir ortaya çıkar. Cahit Külebi’nin bir anlayışı da bunda belirir. Geleneği buna getirmek, tehlikeli bir yolcuğa çıkışın başlangıcıdır.
Bir sanatçının başka bir sanatçı için yazdıkları, okur için değişik bir lezzettir, çünkü özellikle sevdiği bir şairin başka bir şair için söyledikleri, yeni yorum kapılarını açar. Külebi’nin o yazılarında adı geçen şairleri, yazarları okudukça, hakkında yazılanlara da gönderme yaparım.
Bir şiirin yazıldığı zamandan sonraki kaderi, kestirilemez, belli bir zaman dilimine kayıtlı olanların akıbeti daha çok tartışılır. Zamansızlık dediğimiz kavram şiirin altın kuralıdır, o türün başarılı, unutulmaz örnekleri vardır.
Cahit Külebi kuşağı mutlaka Atatürk için yazmıştır, onun “Atatürk Kurtuluş Savaşı”nda kitabı bu sorumluluğun ürünüdür.
Bütün Şiirleri’nin başındaki dörtlük, yüzyıllar öncesinin şairlerini anımsatır:
“Evvel zaman içinde yazdığım şiirler
Bergüzar olsun
Aç kapıyı bezirgân başı
Bezirgân başı…”
Külebi’nin “Bütün Şiirleri”nin başındaki yazıları okursanız, şiirini daha ayrıntısına vararak seversiniz.
Şairin, “Şiir Üstüne …” sinden altını çizdiğim satırlar:
“İnsanlık tarihinde hemen bütün sanat dalları bilimden eskidir. Buna karşın, örneğin müzik, resim, tiyatro gibi hemen bütün sanatların öğreti kuralları bulunduğu halde, şiir yazmanın hiçbir kuralı yoktur.
Osmanlı edebiyatı döneminde vezin ve kafiye kitapları vardı. Bugün geçersiz olan bu ilkel öğretinin o dönem için bile şiirin kurallarını oluşturduğu söylenilmez. Kaldı ki, binlerce yıldan beri şiir sanatının yeterli bir tanımı bile yapılamamıştır.
Şiirin bütün bu koşullar içinde en ilkel, en yalın, en öz bir sanat türü olarak kaldığını söylemek yanlış bir yargı olmaz. Buna koşut olarak şiir, insanın kendi ana dilinin çalgısında söylenen bir türkü olduğu düşünülebileceği gibi, gerçek şiirin de ulusal çalgıyla çalınan bir ezgi olduğu da düşünülebilir. Bu yüzden şiir, bütün ilkelliğine, kuralsızlığına, başıboşluğuna karşın, sanatların insana en yakın ve belki de en soylusudur.”
Adnan Binyazar, “Bir Küçük Köylü Seccadesi” yazısında şairi hem genel hem de Güzelleme şiirini tahlil eder: “Külebi nerdeyse eli yıldır şiir yazıyor, Kazancakis’in deyimiyle, rüzgârlara çobanlık ediyor”.
Külebi, fazla biçim denemelerine girmemiştir ama seçtiği biçimi de şiirinin yapısına iyi uydurmuştur. Bir yazımda belirttiğim gibi, şiirini “yenilikler tahtası”na koymamıştır.
Bütün Şiirleri’ni okumadan önce aşağıdaki yazıları okumalısınız:
“Şiir Üstüne” / Cahit Külebi, “Bir Küçük Köylü Seccadesi” / Adnan Binyazar, “Külebi’nin Şiiri” / Adnan Binyazar, “Sıkıntı ve Umut” (Cahit Külebi) / Adnan Binyazar, “Yurt Sevgisi” (Cahit Külebi) / Adnan Binyazar
Binyazar’ın yazıları, bir şairin şiir çizelgesini okumamızı sağlıyor.
İnsanın, bir ülkenin değişmeyen özellikleri onun tarihini oluşturur. Geçmişle şıp diye ilginizi kesemezsiniz, böyle bir tavır bugünü yanlış yorumlamanıza sebep olur. Elbette yeniliklerin cazibesine hepimiz kapılıyoruz, gelin görün ki yenilik mükemmeliyete erişmedikçe bir süre sonra erir, yok olur. Edebiyat, müzik, sanat tarihimizi iyi okursak bir tarih bilinci kazanmanın önemini algılayabiliriz.
Yapılacak en akıllı iş, unutulanlarla hatırlananların muhasebesini yapmak gerekir. Nefes nefese yaşanan bir çağda, araya sanat girmeli yoksa kültür tıknefesi hastalığına tutulursunuz.
Külebi’nin Ceyhun Atuf Kansu şiirini okurken, bugünün fedakâr sağlık çalışanlarının görüntüleri belirdi gözerimin önünde. Sanatın gündeme ulaşmasının bir kişisi ve bir şiiridir o.
Köyün, köylünün edebî tarihini bilmezseniz, siyasal ve toplumsal açıdan yaptığınız her değerlendirme eksik ve yanlıştır. Yıllar sonra Cahit Külebi’yi okurken çağrışımlar zincirini yaşadım.
“Edirne’den Ardahan’a doğru…” dizeleriyle başlayan şiir Anadolu insanının duyarlı destanıdır. “Tokat’a Doğru” şiirsel bir biyografidir.
“İçi Sevda Dolu Yolculuk”ta dostlarını yazmıştır.
Önsöz’de kitabın özelliğine değiniyor: “Her şiir bir konuşma, kendini ve çevresini anlatma olduğu gibi, her çevre gözlemi de bence bir şiirdir. Öykü, roman, anı değildir. Yapay bulduğum için, belki de becerememekten korkarak tek öykü, tek roman, tek oyun yazamadım. Bu yazdıklarım başka. Şiir yazar gibi hevesle, coşkuyla birkaç gün içinde tamamladığım karalamalar. Benim değil, başkalarının yaşantısı. Elli yıldır kırlardan toplanmış bir çiçek demeti.”
Nasıl bir sıralama var: Solgun Kesimler / Dost Bahçesi Gülleri / İki Büyük Oyuncu / Ankara Devlet Konservatuarı’nda / Atlar ve kediler
“Sanatçının Öyküsü” kitabındaki; “Cumhuriyet Döneminde Türk Şiirinin Özgün Yönleri” yazısı bugün de izlerini süren bir saptamayı içeriyor.
Son paragrafı alıntıladım: “Ne var ki bütün eksikliklerine karşın, bugün dikkat çekici ölçüde, kendine özgü bugün dikkat çekici ölçüde kendine özgü ve ulusal ekin kalıtımında öbür sanat dallarından çok daha başarılı bir Türk şiiri vardır.”
Bugün de Cahit Külebi’yi okuyun, iyi şiirin vakti geçmez.
Doğan Hızlan